Kayıp Prens ve Gökkuşağı Krallığı

Bir zamanlar, uzak diyarların birinde, parlak ve renkli bir krallık vardı. Bu krallık, Gökkuşağı Krallığı olarak biliniyordu. Gökyüzünde her gün beliren dev bir gökkuşağı, bu krallığın taç simgesiydi. Krallığın halkı, mutlu ve huzurluydu, çünkü her şey renklerle dolu, doğa ve insanlar arasındaki bağ çok güçlüydü. Burada her şey uyum içindeydi, tıpkı gökkuşağının altındaki renkler gibi.

Bu krallığın en değerli varlığı ise, Gökkuşağı’nın Prensi, Alisandro’ydu. Prens Alisandro, doğuştan çok özel bir yeteneğe sahipti: Gökkuşağını yönetebilme gücü. Her renk, her ışık demeti, ona hayat verir ve krallığı koruyordu. Alisandro, renklerin ve ışıkların sırlarını öğrenmiş, onlarla konuşabiliyor, onları yönlendirebiliyordu. Bu yüzden halkı ona büyük bir sevgiyle bakıyor ve onu çok özel kabul ediyordu.

Ancak bir gün, bu huzurlu dünyada hiç beklenmedik bir şey oldu. Bir gece, bir karanlık bulut gökyüzünde beliriverdi. Gökkuşağı, son derece canlı ve parlakken birdenbire soluklaştı ve rengi kayboldu. Bu olağanüstü durum, krallığın halkını endişelendirdi. Gökkuşağı, krallık için sadece bir süs değil, aynı zamanda tüm yaşamın ve huzurun kaynağıydı. Eğer gökkuşağı kaybolursa, krallık karanlıkta kalabilir, renklerin tüm gücü yok olabilirdi.

Kral, Prens Alisandro’yu hemen çağırdı. “Alisandro, senin yeteneğinle gökkuşağını tekrar eski haline getirebilirsin. Ancak, bu çok tehlikeli bir yolculuk olacak. Gökkuşağının renklerini geri almak için eski efsaneye göre, yedi farklı krallıktan geçmen gerekiyor. Ve her bir krallık, bir rengi simgeliyor. Ancak dikkatli ol, yolunda seni engelleyecek birçok tehlike ve gizem olacak.”

Prens Alisandro, babasının söylediklerini duyar duymaz cesurca kararını verdi. “Ben hazırım, baba. Gökkuşağını geri getirmek için her şeyi göze alırım.”

Ve böylece, Alisandro yola çıktı. İlk olarak kırmızı rengi temsil eden Kızıl Krallık’a gitmesi gerekiyordu. Kızıl Krallık, dağlarla çevrili, ateşin ve cesaretin simgesi olan bir yerdi. Krallığın kapısına ulaştığında, karanlık ve korkutucu bir siluet belirdi. Bu, Kızıl Krallık’ın koruyucusu, dev bir ateş canavarıydı.

Alisandro, korkusuzca canavara yaklaşarak, “Ben Gökkuşağı Krallığı’ndan Prens Alisandro’yum. Kırmızı rengi geri almak için geldim. Eğer bana yardım edersen, sana tüm krallığımın teşekkürlerini ileteceğim.”

Ateş canavarı, Alisandro’yu dikkatlice inceledi ve ardından derin bir gülümseme belirdi yüzünde. “Kızıl Krallık’ın gücü, cesaretle ölçülür. Eğer gerçekten cesur olduğunu ispatlarsan, kırmızı rengi sana verebilirim,” dedi ve dev ateş topunu Alisandro’nun önüne koydu. “Bu ateşi taşırken korkmadan dağların zirvesine çıkabilir misin?”

Alisandro, ateşi taşımaya başladı. Sıcaklık arttı, dağlar daha da dikleşti ama Alisandro ne durdu ne de geri adım attı. Zorlu yolculuk sonunda, zirveye ulaştığında ateşin alevleri solgunlaştı ve kırmızı renk, krallığa geri döndü. Canavar, Alisandro’yu alkışladı ve ona kırmızı taşını verdi.

“Cesaretin ve azmin seni bu başarıya ulaştırdı,” dedi. “Gökkuşağını geri getirme yolunda başarılı olman dileğiyle.”

Alisandro, kırmızı taşla birlikte yola çıktı ve sıradaki görevini yerine getirmek için başka bir krallığa doğru ilerledi.

İkinci durak, turuncu rengin temsilcisi olan Turuncu Orman Krallığıydı. Burada, ağaçlar bile turuncuydu ve her şey son derece gizemliydi. Krallığın içinde, turuncu renkli bir mantar devini bulması gerekiyordu. Bu dev, turuncu rengi simgeliyordu ve Alisandro’nun onu ikna etmesi gerekirdi.

Turuncu dev, Alisandro’yu görünce “Ne işin var burada, küçük prens?” diye bağırdı.

Alisandro cesaretle cevap verdi: “Gökkuşağının renklerini geri almak için geldim. Senin turuncu rengini geri almak istiyorum.”

Mantar dev, Alisandro’ya bir süre sessizce baktıktan sonra, “Bu rengi almak için, önce ormanın en derin yerinde kaybolmalısın. Eğer oradan çıkabilirsen, turuncu sana ait olur,” dedi.

Alisandro, deva doğru ilerlerken ormanın karanlık köşelerinde kayboldu. Ancak her zaman ışığını takip ederek doğru yolu buldu ve sonunda ormanın derinliklerinden çıktı. Turuncu renk, tekrar geri geldi.

Alisandro’nun cesareti, yalnızca turuncu rengi değil, aynı zamanda ormanın tüm halkını da etkiledi. Krallık, tekrar canlandı. Alisandro’nun macerası, işte böyle devam etti.

Yolculuğu boyunca, Alisandro diğer altı renkle de karşılaştı: Sarı, yeşil, mavi, mor, lacivert ve son olarak beyaz. Her krallık, ona cesaret, sevgi, bilgelik ve azim dersleri verdi. Zorluklarla dolu bir yolculuk oldu ama her birini başarıyla tamamladı.

Sonunda, tüm renkler bir araya geldi ve Gökkuşağı Krallığı yeniden canlandı. Alisandro, babasına geri döndüğünde, gökkuşağı daha önce hiç olmadığı kadar parlaktı.

Kral, oğlunu gururla karşıladı. “Senin başarın, sadece kendi gücünle değil, kalbinin ne kadar büyük olduğuyla ilgiliydi. Gökkuşağını geri getirdin çünkü her renge sahip olan herkesin içinde azim ve sevgi bulunur.”

Alisandro, başını eğerek, “Krallığımın huzuru için her zaman savaşırım, baba,” dedi.

Ve böylece, Gökkuşağı Krallığı eski haline döndü. Alisandro, halkına liderlik etmeye devam etti. Renkler, gökyüzünden tekrar tüm dünyaya yansıdı ve herkes, ışıkların ne kadar değerli olduğunu bir kez daha hatırladı.

Evet çocuklar, masalımız burada bitiyor. Siz de Klasik Çocuk Masalları kategorisinde bir masal yazıp bize gönderebilirsiniz. Göndereceğiniz masallar sayesinde binlerce çocuk masal okuyarak uykuya dalacak.